Mikail Çiftçi'nin İstanbul Sözleşmesiyle ilgili karikatürü

İstanbul Sözleşmesiyle ilgili iddialar

İmzalandığından bu yana tartışmalara konu olan İstanbul Sözleşmesinin, Türkiye’de aile içi şiddeti önlemenin ötesinde yeni sorunlara yol açtığı, eşcinselliğin teşvik edilmesine neden olduğu gibi iddialar sık sık gündeme geliyor. Muhafazakar çevreler, sivil toplum kuruluşları ve siyasiler sözleşmenin uygulanmasına son verilmesini gerektiğini ifade eden açıklamalar yapınca tartışma yeniden gündeme geldi.

İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanlar ne diyor?

Emine Bulut cinayetinin ardından Türkiye’nin pek çok kentinde sokağa dökülen kadın hakları savunucuları, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması çağrısı yapmıştı. Ancak sözleşmenin “Türk aile yapısına zarar verdiğini” söyleyerek, Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesini isteyen kesim eleştirilerini arttırıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu sözleşme için “Bizim için ölçü değildir. İstanbul Sözleşmesi nas değildir” ifadesini kullanmıştı.

Hüda-Par da konuyla ilgili yayımladığı bir açıklamada, “İstanbul Sözleşmesi, detaylı olarak incelendiğinde toplumun temel dinamiklerini tahrip eden bir yapıya sahip olduğu rahatlıkla görülecektir” demişti.

Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak ise, sözleşmenin kabuluyle aileye karşı bir savaş açıldığını iddia etmişti.

Muhafazakar Yazar Sema Maraşlı da, bu sözleşmeyi en çok eleştiren isimler arasında. Maraşlı, kadının beyanı ile verilen uzaklaştırma cezalarının aile yapısını bozduğunu ve yeni şiddet suçlarına neden olduğunu iddia ediyor.

Maraşlı, toplumdaki kadın ve erkek rollerinin yok edilerek LGBT’nin önünün açıldığını da öne sürüyor.

Peki bu iddialar ne kadar doğru? İstanbul Sözleşmesi şiddet suçlarını arttırdı mı? LGBT ya da eşcinselliğe teşvik edici maddeleri bulunuyor mu?Yazımızda bu sorulara cevap aradık.

11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ ismiyle anılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni imzalayan ve onaylayan ilk ülke Türkiye olmuştu. 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine dayanıyor. Sözleşmenin metnine TBMM’nin internet sitesinden ulaşılabiliyor.

İlgili İçerik  Komplo Teorilerinden Toplumsal Harekete: QAnon

İstanbul Sözleşmesi ile kadınların her türlü şiddet ve ayrımcılıktan korunması, kadınlarla erkekler arasında eşitliğin yaygınlaştırılması ve bu amaçlar için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlanması ve bu konularda uluslararası işbirliğinin yaygınlaştırılması hedefleniyor.

Sözleşmede tarafların şu ana noktada görüş birliğine vardıkları kaydediliyor:

“Kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak görüş birliğine varmışlardır”.

Sözleşmenin hedefleri şöyle sıralanıyor.

1. Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesine yönelik çalışmalar yapılması.

2. Şiddet mağdurlarının korunması.

3. Kadınlara yönelik şiddetin bir suç olarak nitelenmesi ve şiddet uygulayan tarafın yargılanması.

4. Tüm bunların kapsamlı ve koordineli bir şekilde ele alınacağı bütüncül politikalar hazırlanması.

5. Bu amaçlar doğrultusunda kullanılacak yeterli ve uygun finansal kaynakların sağlanması.

İstanbul Sözleşmesi yalnızca fiziksel ya da cinsel şiddetin değil, psikolojik şiddet, ısrarlı takip ve cinsel tacizin de cezai suçlar olarak değerlendirilmesini ve gerekli hukuki tedbirlerin alınmasını öngörüyor. Bunun yanı sıra sözleşme gereğince; zorla evlendirme, kadın sünneti, zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma gibi kasten gerçekleştirilen eylemlerin cezalandırılması için de yasal ve diğer tedbirlerin alınması gerekiyor.

Sözleşmenin toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili tanımının Türkiye özelinde sorunlu olduğu ve kültürel açıdan sorunlara yol açtığı iddia ediliyor. Sözleşmede toplumsal cinsiyet şöyle tanımlanıyor:

“Toplumsal cinsiyet, herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır”.

Yani sözleşme, toplumda oluşan rol ve davranışların eşitsizliğe neden olması durumunda bunun kadın-erkek eşitliği çerçevesinde ortadan kaldırılması için çalışma yapılmasını, yasalar çıkarılmasını, önleyici ve cezai tedbirler alınmasını şart koşuyor.

İlgili İçerik  Facebook'un Doğrulama Platformlarıyla Tartışmalı Ortaklığı

Sözleşme nedeniyle işlenen suçlar arttı mı?

Türkiye erkek egemen bir toplum olduğu için bu “keskin” eşitlik uygulamalarının erkekleri daha da çok şiddete yönlendirdiği öne sürülüyor ancak bu iddia doğru değil. Uzaklaştırma cezaları, evlerine girememeleri nedeniyle erkeklerin tepkisine neden oluyor ancak kadına karşı şiddet suçlarıyla ilgili istatistiklere bakıldığında suçların büyük çoğunluğunun uzaklaştırma cezası alanlar değil ilk kez şiddet suçunu işleyenler tarafından gerçekleştirildiğini gösteriyor.

TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı Canan Kalsın erkeğin uzaklaştırıldığı için nefretle dolup suç işlediği iddiasının tam olarak doğru olmadığını ifade etti. Kalsın, “İçişleri Bakanlığı verilerine göre ilk defa şiddete uğrayan kadınların yüzde 80’i korumaya alınmış kadınlar değil. Bu şiddeti uygulayan erkeklerin de yüzde 80’i daha önce bir suç işlememiş. Dolayısıyla buna sosyolojik, psikolojik olarak değişen dünya dinamikleri açısından bakmak gerek” dedi.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da, Türkiye’de 2016-2019 Ağustos ayları arasında öldürülen kadın sayısının bin 167 olduğunu açıkladı. Soylu, “Bu bin 167 kadından sadece 76’sı haklarında bir koruma kararı verilmiş kadınlardır. Toplam içindeki oranı yüzde 6,5. Buradaki faillerin yüzde 86’sının daha önceden sabıkası söz konusu değildir. Faillerin yüzde 63,5’i eş veya partner, yüzde 32’si ise akrabadır” dedi.

Yani işlenen suçların verilen uzaklaştırma cezalarıyla doğrudan bir ilgisi bulunmuyor.

Sözleşmede eşcinsellik teşvik ediliyor mu?

Diğer yandan eşcinselliği teşvik edici herhangi bir madde de sözleşmede yer almıyor. Yalnızca “cinsel yönelimi”nden dolayı kimsenin şiddete ve ayrımcılığa maruz kalamayacağı belirtiliyor.

Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında eşcinsel olmak suç değil ve vatandaş olarak tüm haklarını kullanabiliyorlar. Dolayısıyla bu sözleşmenin cinsel yönelimle ilgili bir maddesinin bulunması eşcinsellik ya da LGBT’lilere yeni haklar verildiği anlamına gelmiyor.

İlgili İçerik  Sosyal medya insanları nasıl bölüyor?

Milletvekili Canan Kalsın da, “81+1 maddede asla eş cinselliği özendirici madde yok. Sadece bir referans var; o da toplumda devletin her kesime yönelik şiddeti önleme yükümlülüğünü hatırlatıyor o kadar. Biz bu tür çalışmalar yaparken birilerinin toplumun sinir uçlarıyla oynaması doğru değil. Troller bilgi kirliliği oluşturuyor” dedi.

Sözleşme özet olarak, kadınların toplumda ikinci sınıf ya da erkeklerden daha zayıf olduğu ön kabulu nedeniyle şiddete ve ayrımcılığa maruz kaldığı, bunu önlemek için de kadın ve erkeğin eşit olduğunun yasal olarak güvenceye alınması, şiddetle etkin mücadele edilmesi ve kadınların toplumda ve iş yaşamında güçlendirilmesi temelinde bir amaç için hazırlanmış.

Bu sözleşme ve bazı maddeler toplumda kabul görmeyebilir ancak yaptığımız araştırmaya ve sözleşmenin metnine göre, İstanbul Sözleşmesi’nin bütün olarak şiddet suçlarını arttırdığı ve eşcinselliği teşvik ettiği yönünde bir bulguya rastlanmıyor.

Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü mezunu. Doğrulama ekibinde araştırma ve görsel içerik editörü olarak görev yapıyor. Mitler ve tarihe ilgi duyuyor.