Komplo teorileri ve yanlış bilgiye inanmanın ardındaki nedenler neler?

Bir yıldan uzun süredir hayatımızı alt üst eden Covid-19 salgını, yüzbinlerce insanın ölümüne yol açarken birçok psikolojik ve ekonomik probleme de kapı araladı. Salgının başından bu yana özellikle çevrimiçi mecralarda dolaşıma giren yanlış bilgi ve sahte haberler de hem insanların yanlış tedavi ve korunma yöntemlerine başvurarak hayatlarını riske attı hem de psikolojik rahatsızlıkları beraberinde getirdi.

İsviçre merkezli Frontiers in Psychology dergisinin kişilik psikolojisi ve sosyal psikoloji bölümünde yayımlanan bir makale, insanların Covid-19 hakkındaki yanlış bilgilere ve komplo teorilerine olan inançlarını anksiyete, depresyon, bilgi kaynaklarına maruz kalma ve güvenme faktörleri açısından karşılaştırmalı olarak inceliyor. Bu makalede yer alan bulguları Doğruluğu Ne? olarak bu yazımızda derledik.

Araştırmada, “Pandemi sürecinde hangi faktörler insanların Covid-19 hakkında yanlış bilgilere ve komplo teorilerine inanmalarını etkiledi? Geleneksel medya mı yoksa dijital medya mı yanlış bilgilerin yayılmasında daha çok etkili oldu? Toplumda kimler komplo teorilerine inanmaya daha yatkın?” sorularına cevap arandı.

“Covid-19 Hakkında Yanlış Bilgilere ve Komplo Teorilerine Olan İnanç: Anksiyete, Depresyon, Bilgi Kaynaklarına Maruz Kalma ve Güvenme Etkenleri Üzerine Karşılaştırmalı Perspektifler” başlıklı makale; Belçika, Kanada, İngiltere, Filipinler, Hong Kong, Yeni Zelanda, ABD ve İsviçre olmak üzere sekiz farklı ülkede Mayıs-Haziran 2020 tarihleri arasında 8.806 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen çevrimiçi anketin bir ürünü olarak yayımlandı.

Bu uluslararası çalışma, Covid-19 salgını bağlamında bilginin yetkililer ve medya tarafından nasıl yayıldığı ve iletildiğini, sekiz farklı ülkede / bölgede halk tarafından nasıl alımlandığını, anlaşıldığını ve kullanıldığını daha iyi anlamak amacıyla yapıldı.

Salgının başlangıcından bu yana en bilinen komplo teorilerinden bazıları virüse 5G teknolojisinin sebep olduğu veya Bill Gates’in insanlığı köleleştirmek için virüsü kullandığı söylentileriydi. Makalede belirtildiği gibi bu komplo teorileri insanların 5G teknolojili telekom çalışanlarına saldırmasına, aşı olmaktan kaçınmasına, hükümet ve sağlık kuruluşlarına güvenmemesine yol açacak kadar ciddi sonuçlar doğurdu.

İlgili İçerik  Komplo Teorilerinden Toplumsal Harekete: QAnon

Makaleye konu olan anket sonuçlarına göre Filipinler, Amerika ve Hong Kong komplolara inanma oranı bakımından en yüksek skora sahip ülkelerken en düşük skor Kanada, Yeni Zelanda ve İsviçre’ye ait. Yanlış bilgilere inanma oranı bakımından ise en yüksek skora sahip ülkeler aynıyken en düşük skor Belçika, Kanada ve Yeni Zelanda’da ortaya çıkıyor. Bu sonuçlar gösteriyor ki komplolara ve yanlış bilgilere inanma oranı, medya destekli ve uzlaşmacı politik sisteme sahip ülkelerde düşükken, kutuplaşmış politik ve medya çevresine sahip ülkelerde daha yüksek.

Eğitim, cinsiyet ve yaşa göre komplo teorileri ve yanlış bilgiye inanma düzeyini gösteren tablo

Sosyodemografik açıdan elde edilen sonuçlara gelince, Tablo 4 gençlerin ve eğitim seviyesi düşük kişilerin komplolara inanma oranının yüksek olduğunu; buna karşın yaşı büyük ve eğitim seviyesi yüksek kişilerin komplolara inanma oranının daha düşük olduğunu gösteriyor. Yanlış bilgiye inanma konusunda ise bu verilere ek olarak kadınların yanlış bilgilere inanmaya erkeklerden daha yatkın olduğu tespit edilmektedir.

Sağlık uzmanlarını dinleyenler komplo teorilerine daha az inanıyor

İsviçre hariç diğer ülkelerde, sağlık uzmanlarıyla temas halinde olmanın komplolara ve yanlış bilgilere inanma oranını düşürdüğü görülüyor. Ek olarak insanların sağlık uzmanlarına duyduğu güven arttıkça bu korelasyonun güçlendiği anlaşılıyor. Bunun aksine politik aktörlere maruz kalmanın ABD, Hong Kong ve Filipinler örneğinde olduğu gibi bu oranı artırdığı bilinmektedir. Anksiyete açısından bakıldığında, sağlık uzmanlarından gelen bilgiye maruz kalmak anksiyeteyi artırırken, politikacılardan gelen bilgilere maruz kalmak bu hisleri azaltıyor.

Anksiyete ve depresyonun, bilgi kaynaklarına maruz kalma ile komplolara ve yanlış bilgilere inanma arasında doğru orantılı bir ilişki kurduğu ön görülüyor. Geleneksel medyaya maruz kalmak düşük anksiyete ve depresyonla ilişkili iken dijital medyaya ve birebir iletişime maruz kalmak yüksek anksiyete ve depresyonla neden oluyor.

İlgili İçerik  Üniversite öğrencilerinin sahte haber/yanlış bilgi sorununa bakışı

Geleneksel medyaya güven arttıkça yanlış bilgiye inanç azalıyor

Araştırmacılara göre, dijital medyaya güvenmek ve oradan bilgi almak komplolara ve yanlış bilgilere inanma oranının yüksekliğiyle ilişkili. Geleneksel medyaya (televizyon, radyo, gazete) maruz kalan kişiler ise internet ve sosyal medya gibi dijital medya aracılığı ile bilgi edinenlere kıyasla yanlış bilgilere ve komplolara daha az inanıyor. Maruz kalmanın yanı sıra bu bilgi kaynaklarına güvenme açısından bakılacak olursa, profesyonel haber medyasına karşı güvenin düşük olduğu toplumlar, komplolara ve yanlış bilgilere daha açık hale geliyor.

İnsanlar salgın esnasında stres hissini bastırmak ve maruz kaldığı bilgiler karşısında kontrolü tekrar ele alabilmek için kendi tehdit içeren duygularını dışardan bir sosyal gruba veya güce yansıtma ihtiyacı duyabilir. İşte söylentiler ve komplo teorilerinin anlamlı gelmeye başladığı nokta burası.

Covid-19 hakkında bilinenler çok hızlı değiştiği için politikacılar ve medya araçları önceden yayınladıkları bilgilerle çelişen yeni bilgiler açıklamak durumunda kalabiliyor. Bu belirsizlik halkın tehdit, stres ve endişe duymasına ve alternatif kaynaklar aramasına yol açıyor. Makalede yer alan bir teoriye göre, bir ülkenin yanlış bilgilere ve komplolara karşı dayanıklılığı; toplumsal kutuplaşma seviyesi, popülist ve partizan söylemlerin miktarı, kamu hizmeti yayıncılığının güçlü olması, sosyal medyanın benimsenmesi gibi politik, medyatik ve ekonomik göstergelere bağlı.  

Son olarak bu makalede belirtilen bulguların değişkenler arasında sebep-sonuç değil korelasyonu tespit etmeye çalıştığı belirtilmelidir. Anketin yapıldığı Mayıs-Haziran 2020 tarihlerinde her ülkenin pandemide farklı bir aşamada olduğu da göz ardı edilmemeli. Nihayetinde Dünya Sağlık Örgütü’nün ifade ettiği gibi pandemi ile savaşırken aynı zamanda infodemi (bilgi kirliliği) ile savaştığımızı unutmamak gerekir.

Not: Frontier’de yayımlanan makaleye bu linkten ulaşabilirsiniz.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Mütercim-Tercümanlık bölümünde öğrenim görüyor. Yeni medya, tarih ve kültür alanlarına ilgi duyuyor. Doğruluğu Ne? platformunda araştırma ve çeviri editörü olarak görev yapıyor.